Metallica



Önceki yazılarımı okuyanlar, yazıların ilginç bilgiler ve inceden mesajlar içerdiğini bilirler. Bu yazım ise biraz farklı: Biraz müzik, biraz hayâl kırıklığı ve biraz da yenilgiyi kabullenme hikayesi anlatacağım. 

Lise yıllarının başında tanıştım Metallica ile. Çok ayrıntıya girmeyeceğim, kısaca elektrogitar ve Metallica o zamanlarıma damga vurdu diyebilirim. Şarkılarını dinlemeye ve çalmaya başladığım zamanlar 1998 senesiydi ve Reload albümü yeni çıkmıştı. MTV'de yeni klipleri yayınlanmaya başlamıştı. Lise müzik grubumuzla çalabildiğimiz her parçayı cuma akşamları okuldaki müzik odasında tekrar tekrar prova ettiğimiz zamanlardı.

Beni Metallica'ya aşık eden ilk dört albümleriydi. 1983-89 yılları arasında çıkan albümlerdeki efsane şarkılar o zamanlar kelimenin tam anlamıyla aklımı başımdan alıyordu. Bazen kasetten bazen CD'den tekrar tekrar dinleyip çaldığım şarkılar bende o zamanlar garip bir düşünce oluşmasına sebep oldu: Acaba bugün Metallica, içince The Four Horsemen, Fade to Black, Master of Puppets ve One ayarında efsane parçaların olduğu yeni bir albüm çıkarsa, ben bu albümü ilk defa dinlerken nasıl muazzam bir haz alırdım, ne gibi öforik bir hale bürünürdüm? 



Bu merak uzun zaman canlılığını korudu. Metallica 2016 senesine kadar 3 orijinal albüm çıkardı. Hiç bir albüm bu fantazimin yanına bile yaklaşamadı. Dinlediğim başka gruplar ve şarkılar da buna dahildi.

Metallica ile tanışmamdan bu yana 20 küsür sene geçti. Birçok müzik türü dinlememe rağmen, bugün en çok hangi şarkıyı sevdiğim sorulunca yine 80'li yılların Metallica şarkılarını söylüyorum. Bu durum da bana anlatıyor ki, benim o şarkılara olan hayranlığım gençlik ateşinin verdiği geçici bir sevda değil gerçeğin ta kendisiydi!

Bazı şeyler benzersizdir, zamansızdır; bize hissettirdikleri özel, tarifsiz ve ifade edilmesi zordur.

Varken kıymetini bilmek, tadını çıkarmak gerek. Benzerlerinin gelmesini beklemek sonunda hayâl kırıklığıyla sonuçlanabiliyor.


Murat İstektepe

Mayıs 2021