Kitaplarla Aramız Nasıl?
Okumanın uygarlık yolundaki en
büyük faktörlerden biri olduğu herkes tarafından kabul gören bir düşüncedir. Eski
Yunan’da M.Ö.400’de ortaya çıkan akılcı düşünce atılımının klasik Uygarlığı
doğurmasının nedenlerini araştıran tarihçiler, bu gelişmeyi o dönemde
Homeros’un kitaplarının çoğaltılıp okunmasına bağlarlar ve Mısır’dan Atina’ya
artan papirüs ihracatını işaret ederler. Düşünce, bilim, felsefe bakımından
Müslümanlığın altın çağı olarak kabul edilen 10. Ve 11. yüzyıllarda da birçok
Yunan eseri Arapçaya çevrilmiştir. 1445’te Gutenberg’in icadı matbaa makinesi
kitapları daha ulaşılabilir hale getirerek, bildiğimiz Batı Uygarlığının
doğuşuna zemin hazırlamıştır.
Avrupa’da matbaa makinesinin önemi hemen fark edildi; 1500 yılına kadar 40 bin kitap basıldı. 16. Yüzyılda ise matbaa sayısı 1700, basılan kitap sayısı 15-20 milyon olmuştu. Hümanizma akımının eğitime verdiği önem okuma yazma oranını artırıp matbaanın gelişimi için talebi oluşturdu.
Gelecek için umut vadeden bazı gelişmeler de var: Yayıncılık sektörü her geçen yıl istikrarlı bir şekilde büyüyor; kitap fuarlarının ziyaretçi sayıları oldukça yüksek; internetten kitap satışı yapan siteler (kitabevlerini olumsuz etkilese de) kitaba ulaşmayı kolaylaştırıyor; okullaşma oranları artıyor; kitapta KDV'nin geçtiğimiz sene sıfırlanması olumlu olarak görülüyor.
Okumanın bir kültür ve alışkanlık durumu olduğu bilim insanları tarafından kabul edilir. Yazıda açıklamaya çalıştığım bilgiler doğrultusunda, okuma kültürünün geliştirilmesi için yapılması gerekenleri kısaca özetlemek isterim:
Murat İstektepe
Photo by Stanislav Kondratiev on Unsplash
Avrupa’da matbaa makinesinin önemi hemen fark edildi; 1500 yılına kadar 40 bin kitap basıldı. 16. Yüzyılda ise matbaa sayısı 1700, basılan kitap sayısı 15-20 milyon olmuştu. Hümanizma akımının eğitime verdiği önem okuma yazma oranını artırıp matbaanın gelişimi için talebi oluşturdu.
Osmanlı’da durum biraz(!) daha
farklıydı. Padişah II.Bayezid’in 1485’te çıkardığı bir fermanla Müslümanların
Arapça baskı yapması yasaklanırken azınlıklar kendi dillerinde baskı
yapabiliyorlardı. 1729’da İbrahim Müteferrika isimli Macar asıllı bir
ilahiyatçı en sonunda Arapça baskı yapma izni aldı. Tabi ki, sıkı bir sansürden
geçiyordu. 1742 yılına kadar çoğu tarih, coğrafya ve dil ile ilgili sadece 17
kitap yayınlayabildi. Ölümünden sonra işini devam ettirenler 1797’ye kadar 7 kitap daha yayınladı. 1795
yılında devlet destekli ilk matbaa kurulsa da maalesef matbaanın Osmanlı
Devleti’nde yaygınlaşması için bir otuz yıl daha beklememiz gerekecekti. Bu da o
dönemde, Batı'yla aramızda 300 yıl fark olması anlamına geliyor.
Kitapların yaygınlaşması,
düşüncenin yaygınlaşması demekti. Bu durum Doğu'da da Batı'da da böyleydi.
Güçlerinin sarsılmasını istemeyen otoriteler 16. yüzyılda Avrupa’da da
kitaplara sansür uyguluyordu. Ama Avrupa şehirlerinin dağınık yapısı, bir yerde
yasak olan kitabın başka bir yerde basılıp taşınmasını kolaylaştırıyordu. Bilgi
sınır tanımıyordu. Osmanlı’da ise sansür daha katı ve daha uygulanabilirdi.
Padişahın ve ulemanın halk üzerindeki baskısı çok güçlüydü.
Osmanlı’da kitapların
yaygınlaşamamasında genellikle iki sebep üzerinde durulur: Birincisi devletin
dini ve siyasi sebeplerle halkın kitaba ulaşmasını engellemesi; ikincisi ise
halkın kitap okumayı talep etmemesi. Tarihçiler arasında fikir birliği
olmamasına rağmen, Osmanlı halkının sosyo-kültürel yapısı göz önünde
bulundurulduğunda ikinci sebep ağır basmakta. Başka birçok sebebin yanında,
okuma kültürünün olmadığı yerde de eğitimin ve buna bağlı olarak kalkınmanın
olmaması kaçınılmazdı. Doğu uzmanı tarihçi Bernard Lewis’in belirttiği üzere
Batı insanı bilgiye, yeniliğe açtı, meraklıydı; çağlar boyunca hep keşfetme
arzusundaydı. Bu meraklı, bireyselliğe önem veren, hümanist ve girişimci ruhun,
uygun siyasi ortamın sağladığı özgürlükle birleşmesiyle bilimsel, kültürel ve
iktisadi gelişmeler Batı'da gerçekleşti.
Okuryazarlık
Matbaaya gösterilen bu muhalefet
okuryazarlık, eğitim ve ekonomik başarı için olumsuz sonuçlar doğurdu. 1800’de
İngiltere’de yetişkin erkeklerin %60’ı ve kadınların %40’ı okuryazarken
Osmanlı’daki halkın muhtemelen sadece %2-3’ü
okuryazardı. Osmanlı’nın son dönemlerinde, 20. yüzyılın başında ise bu oranın %8-10 civarında olduğu tahmin ediliyor.
Atatürk’ün modern Türkiye
Cumhuriyeti’ni kurarken gerçekleştirdiği devrimler sayesinde eğitim alanında
büyük ilerlemeler kaydedildi: Öğretim birliği kabul edildi, Latin alfabesine
geçildi, ilkokul zorunlu hale getirildi, Millet Mektepleri açıldı, Köy Öğretmen
Okulları açıldı, üniversiteler kuruldu. Bu gelişmelerin etkilerini okuryazarlık
oranlarında da görüyoruz. TÜİK verilerine göre okuryazarlık oranı 1935’te %20 iken, 1950’de %33’e yükselmiştir. 2018 yılında ise bu oran %97’dir. Kırsal kesimde yaşayan yaşlı nüfusu göz önünde
bulundurduğumuzda bugün okuryazarlıkla ilgili bir sorunumuzun olmadığı
görülmekte. Bu başarıda modern Türkiye Cumhuriyeti'nin kamu kurumları ve sivil
toplum kuruluşları en büyük pay sahibi.
Kitap okuyor muyuz?
Türkiye Yayıncılar Birliği’nin yürütücüsü olduğu OKUYAY Projesi için hazırlanan, okuma kültürünün geliştirilmesi için çalışan sivil toplum kuruluşları ve kişilerin okuma kültürüne katkı düzeylerinin haritalandığı bir çalışmada*, genel algı Türkiye’de bir okuma kültürünün olmadığı yönünde. Sebepleri ise şöyle sıralanıyor:
- Eğitim sisteminin etkileri
- Okuma davranışının çocukluk çağında kazanılmamış olması
- Nitelikli okuma ortamlarının bulunmaması
- Teknolojinin görsel araçlarının okumaya tercih edilmesi
- Yoğun sosyal medya kullanımı
Okuma kültürünün çağrıştırdığı kavramlar ise yaygınlığı punto büyüklüğüyle orantılı olacak şekilde görselleştirilmiş:
Yine aynı proje kapsamında 2019 yılında geniş kapsamlı bir çalışma yapılmıştır. Türkiye’de okuma kültürü
araştırması* adıyla, veri ve analizlerinin paylaşıldığı bu çalışma, 15 yaş üstü nüfusun
okuma alışkanlıklarını, kitap seçme, okuma ve satın alma davranışlarını, sosyal
medya, televizyon vb. alışkanlıklarını anlamak; kitaba erişim, kütüphane kullanımı,
fuar ziyareti konularındaki düşüncelerini öğrenmek ve okuma kültürünü
yaygınlaştırma konusunda yapılması gerekenleri ortaya koymak için hazırlanan
sorular aracılığıyla elde edilen verilerden oluşmaktadır.
Ülkemizde
"Okuyanlar" olarak tanımlananların oranı %42,3 olarak tespit edilmiş. “İlkokul ve öncesinde size ait okul, ders kitabı dışında kitabınız var mıydı?” sorusuna “Hayır” cevabı verenlerin oranı ise %45 olmuş. Çalışmanın bu parametrede oluşturulan
kapsamlı sonuçları aşağıdaki tablodaki gibi:
Kaynak: OKUYAY Türkiye Okuma Kültürü Araştırması 2019
Okunan kitap türleri
incelendiğinde de şöyle bir sonuç ortaya çıkmış:
Kaynak: OKUYAY Türkiye Okuma Kültürü Araştırması 2019
Araştırmada öne çıkan bulgu,
okuma kültürünün oluşması ve artırılmasındaki en önemli faktörün AİLE olduğudur. Okumayanların bile
okuma kültürüne bakışlarının olumlu olması, okumanın önünde zihniyet açısından
bir engel olmadığını söylüyor. Ayrıca ilginç bir sonuç da ortaya çıkmış;
dünyada gençlerin sosyal medya kullanımı artarken okuma oranı düşüyor ancak
Türkiye’de sosyal medyayı yoğun kullanan gençlerin okuması da artıyor. Aynı
araştırma şirketi 2008’de de benzer bir çalışma yapmış; son 3 ayda okunan kitap
sayısı sorulduğunda bir veya daha fazla kitap okuduğunu söyleyenlerin oranı %30’dan, 2019’da %64’e yükseldiği görülmüş.
Kitap, daha fazla kitap!
Gelelim basılan ve satılan kitap sayılarındaki duruma. Yayımcı
Meslek Birlikleri Federasyonu (YAYFED), aylık olarak verilen bandrol sayılarını
açıklar. Türkiye'de 2010'da 212 milyon
olan basılan kitap sayısı, %100
artarak 423 milyona ulaşmıştır. Bu
veriyi, nüfus ve IMF'nin ülkelerin kişi başına düşen satın alma gücünü
belirlemek amacıyla açıkladığı SAGP(Satın alma gücü paritesi) ile birlikte
değerlendirmek doğru olacaktır. 2010-19 döneminde nüfus %14, 2010-18 döneminde SAGP %60
artış göstermiş. Bu veriler bize, basılan kitap sayısının reel olarak ciddi oranda arttığını söylüyor.
Basılan kitap sayısının türlere göre dağılımı ise şu şekilde:
Yayıncılık alanındaki durumumuzu karşılaştırmalı olarak
değerlendirmek için de Uluslararası Yayımcılar Birliği'nin (IPA) 2018 Küresel Yayımcılık
Endüstrisi raporuna** bakıyoruz. Hazırlanan listede, yayımlanan kitapla sayıları
eğitim ve ticari olarak iki kategoride değerlendirilmiş. Toplam kitap sayısında
olarak, 2018'de Türkiye'de 78.619
farklı kitap (başlık olarak) yayımlanmıştır. Bu sayı bizi dünya sıralamasında 8'inciliğe (ABD sıralamada teknik
sebeplerle mevcut olmamakla birlikte birinciliğin sahibi olarak kabul ediliyor)
oturtuyor.
Üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir veri de Brezilya
(10.726) ve Fransa'nın (9.934) önünde, Türkiye'nin 21.628 kitapla, eğitim kategorisinde açık ara birinci olması.
Satılan kitap sayılarında ise durum bizim açımızdan daha iyi;
2018'de 400 milyon kitapla 4. sırayı alıyoruz.
Yukarıda açıklamaya çalıştığım veriler, ülkemizdeki durumun
sanıldığı kadar kötü olmadığını gösteriyor. En azından kitaba ulaşmada bir
sorunumuzun olmadığı kesin gibi.
Ancak elimizde öyle bir olgu var ki... Yukarıda yazılanlarla
büyük bir tezat oluşturuyor.
Kütüphaneler
Vali Theophilos imparatora, şehirde eski din olan paganizmin
hâlâ çok yaygın olduğunu ve bu duruma kütüphanedeki kitapların sebep olduğunu
iletir. Bunun üzerine, Hıristiyanlığı Roma İmparatorluğu’nun resmi dini ilan etmesiyle
tanınan imparator I.Thoedosius da bütün kitapların ve kütüphanenin yakılmasını
emreder. Yakılan kütüphane, çağının bilim yuvası olan, içinde 900 bin el
yazması eser bulunduğu rivayet edilen İskenderiye Kütüphanesi’dir. Alevlerden
nasibini alan kitaplar, Ray Bradbury’nin bilimkurgu klasikleri arasına giren
distopyası Fahrenheit 451’de de karşımıza çıkar. Bu romanda, şehirde kitap
okumak yasaktır; itfaiyecilerin görevi ise kitapları bulmak ve içinde bulundukları
evle birlikte yakmaktır. Mecazen de olsa, aynı ateş günümüzde de iş başındadır.
Sosyal medyada video yayınlayan veya televizyon yayınlarına katılanların
arkalarında fon olarak, yılların birikimiyle oluşan kitaplıklarının görülmesi
gösterişçilik olarak algılanır. Bu ateş korkusundan olacaktır ki ülkemizde
kütüphanecilik pek gelişememiştir.
Hermann Göll (1876)
Kütüphaneler benim de hayatımda çok yer edinmemiştir. Kütüphane
deyince aklıma, üniversitede ders çalıştığım ve doktoram sırasında literatür
araştırması yaptığım yer gelir. OKUYAY’ın araştırma sonuçları da benzer.
Özellikle gençler için kütüphanelerin ders çalışma, test çözme veya akademik
araştırma için ziyaret edilen yerler olduğu düşünülüyor. Kütüphanelerin kitaba
erişim konusunda önemli bir yapıtaşı olduğu konusunda herkes hemfikir, fakat "sizin
veya çevrenizdekilerin kütüphane üyeliği var mı?" Sorusuna verilen yanıtlarda
yalnızca üniversite kütüphanelerine üyeliklerin olduğu gözlemleniyor.
Kütüphane kullanımı hayli kısıtlı bulunuyor. Kütüphanelere
ilginin az olmasının nedenleri arasında cazip yerler olarak görülmemesi başta geliyor.
Özellikle çocukları yönlendirebilecek profesyonellerin olmaması, erken
kapanması, şehirse sayısının az olması ve yeni çıkan kitapların eklenmemesi,
kütüphaneleri ilgi çekici yerler olmaktan uzaklaştırıyor.
Gelelim sayılara… TÜİK tarafından açıklanan verilere göre ülkemizde
1 milli kütüphane, 1182 halk kütüphanesi (2019), 598 üniversite (akademik) kütüphanesi
(2018) ve 29.700 okul kütüphanesi
(2019) bulunmakta. Uluslararası Kütüphane Dernekleri Federasyonu (IFLA), 133
ülkeye ait kütüphane verilerini derleyerek “Dünya Kütüphane Haritası”nı*** oluşturuyor. Derlediği verilere göre yapılan moral bozucu bir karşılaştırma şu
şekilde:
Bu durumu şu şekilde yorumlasak sanırım yanlış olmaz: Senede 400 milyon kitap satılan bir ülkede, yaygın ve nitelikli kütüphanelere mutlaka yüksek talep olur. Yazar Orhan Pamuk da konuya benzer şekilde yaklaşmıştı: "Zengin batı ülkelerindeki gelişmiş kütüphanelerden biri gibisi yakınımda olsaydı, kütüphanemde daha az kitap olurdu." Yaklaşımını doğru bulmakla beraber, buradaki "zengin" kısmına katılmıyorum; zira ülkemizde 1182 halk kütüphanesi varken, İran'da 3950 halk kütüphanesi bulunmakta. Zenginlik olmazsa olmaz değil yani.
Daha önce paylaştığım, Türkiye okuma kültürü araştırmasında (2019); “İlkokul ve öncesinde size ait okul, ders kitabı dışında kitabınız var mıydı?” sorusuna “Hayır” cevabı verenlerin oranı %45 olmuştu. 67.000 okulda, 29.700 tane kütüphane olması ise, okulların %55’inde kütüphane olmaması demek. Yani çocuklar yarı yarıya kitapsız büyüyorlar. Hâl böyle olunca bu durumun bazı nahoş sonuçları oluyor.
Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA), Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından geliştirilen ve uluslararası ölçekte uygulanan bir izleme çalışmasıdır. PISA 15 yaş grubundaki öğrencilerin okuma, matematik ve fen alanlarında elde ettikleri bilgi ve becerilerin gerçek yaşam ortamlarında kullanılmasını küresel ölçekte kıyaslamakta ve katılımcı ülkelerin temel eğitim durumlarına dair önemli veriler paylaşmaktadır. Ayrıca PISA sadece üç alandaki becerileri ölçmemekte aynı zamanda öğrencilerin motivasyonları, kendileri hakkındaki görüşleri, öğrenme biçimleri, okul ortamları ve aileleriyle ilgili veriler de toplayarak öğrencilerin sosyoekonomik ve kültürel durumları ve bu durumun başarıları üzerindeki etkisine dair değerli bilgiler sunmaktadır. 2003 senesinden beri katıldığımız bu programda, okuduğunu anlama, yorumlama ve sonuç çıkarabilme yeteneklerini ölçen "okuma becerileri" alanında aldığımız puanlar ve başarı sıralamasındaki yerimizi iki tablo halinde hazırladım. Yorum sizin:
Kaynak: PISA
Sonuç
Bu yazıda, Türklerin kitap okumadığına yönelik oluşan algıyı somut verilere dayanarak, tarihten günümüze uzanan süreç içerisinde incelemeye çalıştım. Ulaşabildiğim verilerin ışığında, durumun zaman zaman duyduğumuz gibi çok da karamsar olmadığını fakat tabi ki de gelişme için geniş bir alan olduğunu görüyoruz. Okuma oranımızın en iyi ihtimalle %50 civarında olduğu tahmin edilebilir.Gelecek için umut vadeden bazı gelişmeler de var: Yayıncılık sektörü her geçen yıl istikrarlı bir şekilde büyüyor; kitap fuarlarının ziyaretçi sayıları oldukça yüksek; internetten kitap satışı yapan siteler (kitabevlerini olumsuz etkilese de) kitaba ulaşmayı kolaylaştırıyor; okullaşma oranları artıyor; kitapta KDV'nin geçtiğimiz sene sıfırlanması olumlu olarak görülüyor.
Okumanın bir kültür ve alışkanlık durumu olduğu bilim insanları tarafından kabul edilir. Yazıda açıklamaya çalıştığım bilgiler doğrultusunda, okuma kültürünün geliştirilmesi için yapılması gerekenleri kısaca özetlemek isterim:
- Uzman kadrolarla, yaygın ve nitelikli kütüphaneler oluşturulmalı; kütüphaneler gençler için cazip yerler haline getirilmeli.
- Çocuklar kitaplığı olan evlerde büyümeli. Onlara kitap okumalıyız; kendi kitaplarımızı da yanlarında okumalıyız.
- Meraklı olmalıyız; merakımızı kitaplarla beslemeliyiz.
- Okumaktan keyif alacağımız kitapları bulmalıyız.
"Dünyadaki kötülük neredeyse her zaman cehaletten kaynaklanır." Albert Camus
Murat İstektepe
Mayıs 2020