Cesur Yeni Para

 


Padişah tahta çıktı; ilk olarak adına hutbe okuttu ve sikke bastırdı.

Okuldaki tarih kitaplarında mutlaka okumuş olduğumuz bu cümleye dikkat edelim. Padişah tahta çıkınca egemenliğini maddi ve manevi olarak tescil ettirir. Buradan da anlaşılıyor ki, o zamanlarda bile para egemenliğin en önemli aracı ve simgesi olarak kabul ediliyormuş. Bu konuya oldukça önem verildiği, eski padişahın bastırdığı paraların piyasadan toplanmasından da anlaşılır. Sadece Osmanlı’da değil, tarihteki bütün devletlerde hatta parayı ilk bulduğu öne sürülen Lidya Krallığı’nda bile paranın üstüne hükümdarın resmi veya işareti işlenmiştir.



İktisatçılar ise paranın üç özelliğini tanımlar: 1- Değişim aracı olması, 2- Değer saklama aracı olması (birikim), 3- Hesap birimi olması. İşin özünde ise herhangi bir varlığı para yapan şey, insanların ona atfettikleri ortak değerdir. Örneğin, iki kişi zeytin çekirdeğinin para olduğu konusunda anlaşmışlarsa, onlar için zeytin çekirdeği paradır. Aralarında alışveriş yapmak, birikim yapmak ve değer ölçütü olarak kullanmak için zeytin çekirdeğine güvenirler. Özetle, para güven demektir.

Binlerce yıldır egemenliğin ve güvenin simgesi olan para altın, gümüş, kâğıt gibi birçok şekilde hayatta yer buldu. 2009 yılında ise çok farklı bir yapıda ortaya çıktı: Satoshi Nakamoto takma isimli bir kişi, önce Bitcoin ve blokzinciri tanımlayan bir makale yayınladı ve sonra da bunun yazılımını açık kaynaklı olarak paylaştı. Devrimsel bir mimariye sahip olan blokzincirdeki kayıtlar tek bir merkezde değil, zinciri oluşturan bütün bilgisayarlarda ortak şekilde tutulur, herkes tarafından görülebilir ve bir kez doğrulandıktan sonra değiştirilmesi imkânsızdır. Bu sistemde çalışan bilgisayarlar ödül olarak Bitcoin kazanır ve sistemin devamlılığı sağlanır. İnsanlar da Bitcoin’i para transferlerinde kullanabilir, elektronik cüzdanlarında saklayabilir. Nakamoto’nun vadettiği avantajlar, hızlı ve ucuz bir şekilde para transferi yapabilme, merkezi bir kuruma ihtiyacın kalmaması ve Bitcoin arzının yazılımı gereği sınırlı olması dolayısıyla enflasyona karşı değer kaybetmeyecek olmasıdır.



Bitcoin kısa zamanda benimsendi. Blokzincir mimarisi üzerinde çalışan pek çok yeni kripto para üretildi. Bu kripto paraların alınıp satıldığı borsalar ortaya çıktı. Kripto para fiyatları çıktı-indi, çıktı-indi… Bitcoin’in ortaya çıkışının üzerinden 15 yıl geçti. Bu tarih itibariyle toplam piyasa değeri 2 trilyon USD’yi geçen binlerce kripto para mevcut. Fakat dolandırıcılık, terör finansmanı gibi yasadışı işlemler hariç, bu paraların hiçbiri anlamlı bir işlev kazanamadı. Bu kadar yenilikçi bir teknoloji olan blokzincirin, sadece üzerinde işlem gören kripto paraların fiyat hareketleriyle kâr elde etmeye çalışan spekülatörler ve yasa dışı işlerini finanse eden suçlular dışında birilerine fayda sağlıyor olması gerekirdi. Şimdi ise yeni ortaya çıkan bazı gelişmeler bunun gerçekleşiyor olabileceğini düşündürüyor. Ama kuruluş felsefesinden oldukça farklı bir şekilde…

1930’da İsviçre’nin Basel şehrinde kurulan Bank of International Settlements (BIS) küresel finans sisteminin tepesindeki kurum olarak kabul edilir. Üyesi olan 63 merkez bankasıyla adeta merkez bankalarının merkez bankası olarak görev yapar ve dünya üzerinde dolaşan para üzerinde çok büyük bir etkisi bulunur. BIS Nisan 2024’te, bu kurumun başındaki isim olan Agustin Carstens imzasıyla bir makale yayınladı: Finternet: Geleceğin Finansal Sistemi. Bu makalede sunulan, bireylerin ve işletmelerin finansal hayatın merkezine konulup şeffaf, güvenli, hızlı, kapsayıcı ve ekonomik hizmetlerin sunulduğu bir finansal ekosistem vizyonuydu. Bu sistemde, blokzincirde kullanılan kayıt defterlerine ve tokenizasyona (varlıkların dijitalleştirilmesi) vurgu yapılıyor. En can alıcı konu ise tokenize edilmiş merkez bankası dijital parası. Bunu şu şekilde açıklayabiliriz: Dijital para bütün hareketlerinin yetkili otorite tarafından takip edilebildiği, harcamaların özelleştirilebildiği, harcama hakkının programlanabildiği bir para. Örneğin elinizde nakit para var ve siz bununla gidip ayakkabı da alabilirsiniz, altın da alabilirsiniz; harcamazsanız cebinize koyup biriktirebilirsiniz. Ama eğer dijital paranız varsa, o parayla altın almanıza izin verilmeyebilir, belki size belli bir süre içinde harcanması için verildiyse yani bunun için programlandıysa ay sonunda hesabınızdan silinebilir. Otoriteyle bir sorun yaşamanız durumunda paranız bloke olabilir. Yani paranızın bütün kontrolü yetkili otoritenin elindedir. Size izin verilen şekilde kullanabilirsiniz. Programlanabilir dijital paranın, ticari bir işlemin gerçekleştiği zaman paranın otomatik transfer olması (akıllı kontratlar) veya yasadışı para transferlerinin engellenmesi gibi pratik faydaları da olmakla birlikte, gücün ve yetkinin tamamen otoriteye aktarılmasının tarihte ne gibi felaketlere yol açtığı da aşikâr. Şunu da belirtmek gerekir ki, Türkiye de dahil 135 ülke kendi dijital paralarını çıkartmak için çalışıyor.



Sahibinin Finternet olarak adlandırdığı bu yeni finansal sistemde vurgulanan ademi-merkeziyetçilik, ulaşılabilirlik, hız, güven, şeffaflık gibi kavramlar size de bir yerden tanıdık gelmedi mi? 2008 küresel finans krizinin akabinde, hükümetlere ve finans kurumlarına olan güvenin yerle yeksan olduğu bir dönemde, mevcut finansal sisteme bir başkaldırı olarak ortaya çıkan Bitcoin ve blokzincir teknolojisi de işte tam olarak bu kavramları kutup yıldızı olarak kullanarak insanların gönüllerinde yer buldu. Bitcoin’den sonra ortaya çıkan binlerce kripto paranın yaratıcısı belliyken, hâlâ gizemini koruyan mucidimiz Satoshi Nakamoto da insanlara finansal olarak bağımsızlık kazandıracak bir süper kahramana dönüştü. Artık görüyoruz ki son yıllarda adeta bir dua gibi ezberlenen ve insanlar tarafından benimsenen bu kavramların harcıyla, küresel finansın merkezi tarafından yeni bir sistem inşa ediliyor.

20. yüzyılın başlarında, sigaranın modern yaşamın bir unsuru ve prestij göstergesi olarak gösterildiği, Hollywood yıldızlarının yer aldığı reklamlarla parlatıldığı zamanlar vardı. Tütün şirketlerinin sigaranın insan sağlığına zararlı olduğunu bilmelerine rağmen bunu sakladıkları ve hatta doktorları bile reklamlarda kullandıkları ortaya çıktı. Bu çabaları sigaranın toplumlar tarafından benimsenmesine yol açtı. Bu öyle bir benimsenmeydi ki, sigaranın zararlarının 60 yıldan beri bütün dünya tarafından bilinmesine rağmen, tütün şirketleri işlerine tam gaz devam ediyor.  Fast-food konusunda da durum benzer. 1950-60’larda ABD’de değişen yaşam tarzı, hızlı ve uygun fiyatlı yemek ihtiyacını doğurdu. Bunu başarılı bir şekilde ticarileştiren şirketler ise bütün dünyaya yayıldı. Ölüm sebeplerinde zirveyi paylaşan kalp-damar hastalıkları ve kansere neden olduğu kanıtlanmış bu alışkanlıklar öyle bir benimsenmiş ki, toplumdan söküp atılması adeta imkânsız hale gelmiş durumda.



Görüyoruz ki, bir olguyu topluma benimsetebiliyorsanız, ardındaki bütün yollar ayaklarınızın önüne seriliyor. Benimsenme yeterince kuvvetliyse, sonradan önünüze çıkacak engelleri de toplum kendisi aşıyor. Dijitalleşme de işte böyle bir şey. Günümüzde kimse dijitalleşmeyi kötü bir kavram olarak düşünmez. Hatta birçok açıdan hayatımızı kolaylaştırır. Ancak dijitalleşme, sorumluluk sahibi ve kapsayıcı kurumların değil de tiranların elinde gelişirse Pandora’nın kutusuna dönüşür. Kutu açılır ve kötülük dışarı çıkarsa, insanlık için özgürlük hayaliyle başlayan macera, dijital prangaların takıldığı sanal zindanlarda biter.


Murat İstektepe

Ağustos 2024