Evrimsel başarının izinde: 4 sermaye



Küçük mavi gezegenimizde yaşam yaklaşık 3,8 milyar yıl önce başladı. Tek hücreli canlılardan memelilere kadar, evrim mekanizması bugünkü çeşitliliğin oluşmasını sağladı. Dinozorlar gibi kimi canlılar zamanla yeryüzünden silinirken, öncüllerimiz olan primatlar yaşamlarını sürdürdü. Milyonlarca yıllık evrim sürecinde insansı türler ortaya çıkmaya başladı. Diğer insansıların soyu tükenirken, Homo sapiens diye adlandırılan türümüz ise anavatanı Afrika’dan çıkıp, yaklaşık 100 bin yıl önce bütün dünyaya yayılma başarısını gösterdi. O zamandan günümüze, o kadar başarılı olduk ki, bütün dünyayı hükümdarlığımız altına almakla kalmayıp uzayı, diğer gezegenleri ve yıldızları keşfetmeye başladık. İnsanoğlu, kozmik tarih sahnesinde çok kısa sayılabilecek bir sürede baskın tür haline geldi.

Peki, bütün bunlar nasıl oldu? Bu başarının altında yatan temel sebepler neler? Ve daha da önemlisi, bundan nasıl bir ders çıkarabiliriz?

Bu yazıda türümüzün evrimsel başarısını referans alarak, günümüz modern insanının hayatta başarılı olması için sahip olması gereken özellikleri (sermaye) inceleyeceğiz. Yazının öncelikle gençlere, kariyerinde ilerlemek isteyenlere, çocuklarını hayata hazırlayan ebeveynlere, kısacası hayatta başarıyı hedefleyen herkese faydalı olmasını umuyorum.

 

Sosyal Sermaye

Sosyal sermaye kavramının farklı tanımları yapılmış olmasına rağmen, burada ifade etmek istediğim, insanların çeşitli iletişim kanalları yoluyla kurdukları sosyal çevre ağıdır. Popüler tabirle “network” olarak da adlandırılabilir. Başarılı olmanın birinci şartı olarak gördüğüm sosyal sermayenin neden bu kadar önemli olduğunu anlayabilmek için önce bu network’ün ilk oluştuğu zamana, on binlerce yıl öncesine geri gitmemiz gerekir.

Evrimsel bakış açısıyla başarı hayatta kalmak ve çoğalmakla ifade edilir. Doğal seçilim sayesinde, belli özelliklere sahip olup yaşadıkları ortama uyum sağlayabilen canlılar daha çok üreyip çoğalırken, uyum sağlayacak özelliklere sahip olamayanlar yeryüzünden silinir. Bu kural bütün canlılar için geçerlidir. Kendi türümüz olan Homo sapiens için ise durum biraz daha karmaşıktır. İnsan sadece hayatta kalıp çoğalmak için özellikler geliştirip yaşadığı dünyaya uyum sağlamakla kalmamış, ona hükmederek baskın tür haline gelmiştir. Bu başarının en büyük nedeni ise bundan yaklaşık 100 bin yıl önce zihnimizde meydana gelen dönüşümdür.



Öncelikle, bugünkü bilgilerimiz ışığında türümüzün tarihine kısaca bir göz atalım. Tarihimize Homo habilis’ten başlayalım. Yaklaşık 2,3 milyon yıl önce Afrika’da ortaya çıkan bu türün beyin büyüklüğü ve genel zekâ düzeyi diğer primatlardan oldukça fazlaydı. Kendinden önceki insansıların beyinlerinin 4 milyon yılda çok az büyüdüğü göz önüne alındığında, bu durum dikkat çekici bir gelişmeydi.

1,8 milyon yıl kadar önce ise Homo erectus ortaya çıktı. Daha büyük bir beyne, taş aletler yapma ve ateşi kontrol edebilme yeteneğine sahipti. Daha zeki olmasının yanı sıra muhtemelen öz farkındalığa da sahipti.

300 bin yıl önce, çok yetenekli avcılar olan Neandertaller tarih sahnesine çıktı. Balta, mızrak gibi daha gelişmiş aletler kullanıyorlardı. Modern Homo sapiens’ten bile daha büyük beyinleri vardı. Zeki canlılardı ve görünüşe göre hem öz farkındalıkları hem de diğer bireylere yönelik bir farkındalıkları vardı. Bu yetenekler, Neandertallere yiyecek bulma, savaşma, ticaret yapma ve üreme bakımından avantaj sağlıyordu.

200 bin yıl önce Afrika’da ortaya çıkıp, müthiş bir hızla dünyaya yayılan ve diğer insansı akrabalarını yerlerinden eden ve hatta soylarının tükenmesine sebep olan erken dönem Homo sapiens ise deniz kabuğu kolyeler gibi süs eşyalarının yanı sıra ok, yay, kapan gibi silahlar ve denizleri aşmak için tekneler kullanıyordu. Kendinden önceki insansıların bilişsel yeteneklerine ek olarak, başkalarının kendisi hakkında düşündüklerini düşünebilme yeteneğine sahipti. Sosyal zekâsı kabileler oluşturmasını ve diğer gruplarla rekabet edebilmesini sağlıyordu. Homo sapiens dünyanın efendisi haline geliyordu.

Antropologların “modern insan davranışı” diye adlandırdıkları yapıya ise yaklaşık 100 bin yıl önce ulaştık. Bu dönüşüm, 2 milyon yıllık insan tarihinde çok büyük bir dönüm noktasıydı. “Bilişsel Devrim” ya da “Yaratıcı Patlama” olarak adlandırılan bu süreç sonunda insan baskın tür haline geldi. Soyut/sembolik düşünce yeteneği ortaya çıktı. Psikiyatrist E. Fuller Torrey’in “otobiyografik bellek” olarak adlandırdığı, geleceği planlamak için geçmişten gelen deneyimlerini kullanarak kendini zamanda geriye ve ileriye doğru düşünme becerisi gelişti. Artık insanlar resim çiziyor, farklı malzemelerden çok çeşitli aletler üretiyor, ticaret yapıyor, ölüleri için cenaze törenleri düzenliyordu.



Bu büyük sıçrama insan ırkının günümüze kadar olan gelişimindeki en büyük dönüm noktasıdır. Soyut/sembolik düşünme yeteneği, dil gelişimi ile beraber insanlar ve topluluklar arası iletişimin ileri düzeye çıkmasını sağlamıştır. Diğer hayvanlardan farklı olarak, insan bilgiyi içgüdü olarak kalıtımsal yollarla aktarmak yerine hızlı bir biçimde iletişim yoluyla aktarmaktadır. Karıncalar, arılar ve maymunların da kullandıkları karmaşık iletişim yöntemleri mevcuttur fakat bunlar genellikle gıda ve tehlike ile ilintilidir. Hiçbir hayvanın insan dili gibi esnek bir iletişim imkânı yoktur. Örneğin bir kurt sürüsünü ele alalım. Kurtlar sürü halinde, benzer taktikler kullanarak avlanır. Fakat hayatından memnun olmayan hiçbir alfa erkek kurt diğerleriyle bir araya gelip şöyle demeyi akıl edememiştir: “Arkadaşlar! Bakın, bu iş böyle olmuyor; avlanıyoruz, çiftleşmeye çalışıyoruz, didinip duruyoruz. Artık buna bir son verelim; rahat etmek bizim de hakkımız. Şöyle bir önerim var: Büyük bir sürü oluşturmak için birleşelim; avlanabildiğimiz kadar avlanıp et stoku oluşturalım. Aç olan diğer sürülere de haber gönderelim; gelsinler bizden et alsınlar. Karşılığında da bize çiftleşecek dişi ve av grubumuz için genç erkek kurt versinler. Bu arada, bu planı ticari sır olarak saklayalım!” İşte bu şekildeki girişimlerin hayata geçmesi için gereken iletişim ve organizasyon yeteneği sadece insanlarda mevcuttur. Bilginin kolektif olarak işlenip, üzerine başka bilgi ve tecrübeler eklenip geliştirilmesi de kültür, teknoloji ve medeniyetin oluşmasına imkân sağlar. İnsanın ayırt edici bu özelliğine kolektif öğrenme adı verilir. Kolektif öğrenme öylesine güçlü bir mekanizmadır ki, insanlık tarihindeki rolü diğer bütün türlerin tarihinde doğal seçilimin oynadığı rol kadar etkilidir. Tekerleğin icat edilmesinden Uber şirketinin kuruluşuna, Çatalhöyük’teki kerpiç evlerden lüks rezidanslı sitelere kadar bütün gelişmeler kolektif öğrenme ve organizasyon yeteneğinin ürünüdür.

Açıkça görülüyor ki türümüzün evrimsel başarısının kaynağı beynimizin içinde meydana gelen bilişsel devrimin sonucu olarak kazandığımız iletişim, iş birliği ve organizasyon yeteneği ve kendimize özgü dilimizdir. Simgesel dilimiz bilgiyi hem depolayabilmemize hem de paylaşabilmemize olanak tanır. Antropolog ve dilbilimci Terrence Deacon’a göre, insan dilinin ve sembolik düşüncenin evrimi, beynin evrimiyle yakından ilişkilidir. Bu gelişim insanların kompleks kültürel yapılar oluşturmasını ve iletişim kurmasını sağlar. Dilin ortaya çıkışı da biyolojik faktörlerin yanı sıra sosyal ve kültürel faktörlerin karmaşık etkileşimleri sonucu olur. Bu yetenekler sonucu elde ettiğimiz sosyal sermaye dünyanın hükümdarı haline gelebilmemizi sağlamıştır.

2 milyon yılda beynimizin geçirdiği evrim sonucunda türümüzün elde ettiği başarının çok benzeri gözlerimizin önünde de gerçekleşmektedir. Yukarıda bahsettiğim, insan beyninin geçirdiği evrim süreci, yeni doğan bir insan yavrusunun büyüme-gelişme aşamalarında beyninin geçirdiği değişimlerle paralellik gösterir. Bu gelişim beynin merkezinden dışarıya doğru olmaktadır. Basitçe anlatmak gerekirse, ilk doğduğumuzda, ilkel beyin dediğimiz, içgüdülerimiz ve dürtülerimizi kontrol eden, beynimizin merkezindeki yapılar (limbik sistem) aktiftir. Daha sonra, mantıklı düşünme, plan yapma ve dürtülerimizi kontrol etmemizi sağlayan kabuk bölgesi (prefrontal korteks) zamanla gelişir. Hayatımız boyunca da ilkel ve modern beyin olarak adlandırabileceğimiz bu iki mekanizma beraber çalışır.

100 bin yıl önce meydana gelen bilişsel devrimin insan gelişim sürecinde tekabül ettiği dönem ise beynimizdeki ağların düzenlendiği ve büyük ölçüde kişiliğimizin oluştuğu ergenliktir. Ergenlikte yaşanan fiziksel değişimlere ek olarak, çok büyük zihinsel ve duygusal değişimler gerçekleşir. Gelişim ve eğitim bilimci Selçuk Şirin’in Yetişin Gençler kitabında belirttiği gibi, hayatımız boyunca beynimiz iki gelişim evresinde hızlı ve büyük bir dönüşüm yaşar. İlk evre erken çocukluk dönemi (2-3 yaş), ikincisi ise ergenlik dönemidir (11-18 yaş). İnsanlar arası zihinsel beceri farkları incelendiğinde erken çocukluk döneminde ciddi mahrumiyet ve ilgisizlik söz konusu değilse çocuklar arasında ciddi bir ayrışma görülmez. Ancak ergenlik dönemindeki çevresel koşullardaki farklılıklar, zihinsel gelişim üzerinde çok büyük etkiye sahip. Bu dönemde, çocukluktaki sadece somut düşünce yeteneğine soyut düşüncenin eklenmesi, insan türünün bilişsel evrimindeki modern insan davranışına geçişle paralellik gösterir.

Ergenlik döneminde önemli zihinsel değişimlerle birlikte duygusal değişimler de yaşanır. Bu dönem öz farkındalık, duyguları yönetme ve empati kurma becerilerinin geliştiği dönemdir. Doğru olarak gelişmiş bu beceriler sayesinde sosyal ilişkiler de hem nicelik hem nitelik olarak zenginleşir. Daha da önemlisi, sosyal sermayenin oluşumu için gerekli olan ilişki kurma yeteneği kazanılır.



Sosyal sermayenin elde edilmesi için en verimli dönem ergenliktir. Daha önce de bahsettiğimiz gibi, ergenlikteki gelişimde biyolojinin rolü olmakla birlikte, en can alıcı rol çevresel faktörlerindir. Bu dönemde sağlanabilen uygun bir çevre, insana sosyal sermaye kazanmasında çok büyük avantaj sağlar.

Sosyal sermaye birçok şekilde elde edilebilir. Hatta şanslıysak doğuştan bile gelebilir. Örneğin, başarılı bir aile şirketimiz vardır ve zamanı gelince bu işin başına geçtiğimizde, müşteriler de tedarikçiler de hazırdır. Bize sadece işi yapmak düşer. Bu kadar şanslı olmayanlarımız sakın üzülmesin çünkü bu konuda yapabileceğimiz şeyler mevcut.

Sosyal sermayenin oluşma sürecindeki en kritik dönemin ergenlik olduğundan bahsetmiştik. Bu dönemde ebeveynler, çocuklarının gelişimi için onlara uygun çevresel koşulları sağlamalıdır. Çocukların sosyal ve entelektüel olarak gelişebilecekleri iyi bir okul ve çocuğun akranlarıyla sağlıklı iletişim kurabileceği sosyo-kültürel olarak uygun bir semt seçimi bu anlamda oldukça önemlidir.

Ergenliği geride bırakmış gençler için ise, Selçuk Şirin’in üniversite adaylarına yazdığı mektupta değindiği noktalar dikkate değer. Bu çağda üniversite diplomasının, bir sosyal sermaye grubuna yani bir network’e dahil olmak anlamına geldiğini ifade eder Şirin. Ve der ki: “Tutkuyla bağlı olduğunuz bir bölüm yoksa ya da farklı bölümler arasında gidip geliyorsanız sıradan bir üniversitenin iyi bir bölümündense, iyi bir üniversitenin sıradan bir bölümünü seçin!” İyi bir üniversite size sosyal sermaye kazandırır. Dünyanın her yerinde bu sosyal sermaye sayesinde başarının yolları açılır.

Eğer bir yetişkinseniz, kendi işinizi veya herhangi bir işi-mesleği düşünün ve bu bağlamda değerlendirin. Göreceksiniz ki, çevresi geniş olan, iyi ilişkiler kurabilen ve bunu iş hayatına yansıtabilenler oldukça başarılı olmuşlardır.

Büyük şirketler de sosyal sermayenin önemini göz ardı etmez. Örneğin Google, kafeteryalarındaki oturma alanlarını kalabalık grupların oturacağı şekilde tasarlamıştır. Yemek kuyruğunda ise 3-4 dakikalık beklemeler olacak şekilde düzenleme yapılmış ve çalışanların yemek zamanlarında birbirleriyle etkileşime girmeleri hedeflenmiştir. Yirminci yüzyılın en ileri teknolojilerinin ortaya çıktığı Bell Laboratuvarları’nda, binalar çalışanların rasgele karşılaşacağı biçimde tasarlanmıştır. Ayrıca şirket, çalışanlarını inovasyon üretmeleri ve verimliliklerini artırmaları amacıyla düzenli olarak Avrupa’daki bilimsel kurumlara göndermektedir. Sosyal sermayenin önemini bilen birçok şirket, çalışanlarını iş dışında da bir araya getirecek spor, piknik gibi çeşitli sosyal aktiviteler düzenler.

Evrim genetikçisi Mark Thomas’ın dediği gibi: “Mesele ne kadar zeki olduğunuz değil, çevrenizin ne kadar geniş olduğudur.” Tabi, bu durumu nepotizm ile karıştırmamak lazım. Biri verimliliği artırırken diğeri kişileri, kurumları ve toplumu karanlığa sürükler.

Eğer başarı tanımınızda “uzun ve sağlıklı yaşamak” ve “mutlu olmak” varsa, size iyi bir haberim var: Sosyal sermayeniz bu alanlarda da oldukça etkili. Dan Buettner, Mavi Bölgeler: En Uzun Yaşayan İnsanlardan Uzun ve Sağlıklı Yaşamaya Dair Dersler adlı kitabın yazarı. Ayrıca Netflix’te 100 Yıl Yaşamak: Mavi Bölgelerin Sırları adlı bir belgeseli de mevcut. Mavi Bölge, çok sayıda insanın yüz yaşına ulaştığı, ortalama ömür süresinin en yüksek olduğu ya da en düşük miktarda orta yaş ölümlerine rastlandığı demografik olarak doğrulanmış coğrafi alanları ifade ediyor. Buettner, bu bölgeleri incelemiş ve burada yaşayanların ortak özelliklerini sıralamış:

  • Aile ilişkilerine önem vermek
  • Sigara içmemek
  • Sebze-meyve ağırlıklı beslenmek
  • Sürekli, orta seviyede fiziksel aktivite
  • Sosyal etkileşim
  • Baklagil tüketimi

Gördüğünüz gibi, aile ilişkilerine önem vermek ve sosyal etkileşim sağlıklı ve uzun yaşayanların ortak özelliklerinden.

Yine Selçuk Şirin’in bir köşe yazısında aktardığı, dünyada mutluluk deyince temel referans kabul edilen çalışma bundan tam 85 sene önce başlayıp hala devam eden Harvard mutluluk araştırmasıdır. 1939 senesinde Harvard’a başlayan öğrencileri o günden bugüne kadar takip eden bu boylamsal araştırma insanları hayatta mutlu, sağlıklı ve başarılı yapan faktörleri ortaya çıkartmak için yapılmış. Araştırmacılar 85 yılda 2 bine yakın kişiden toplanan verilere bakarak bu temel soruya yanıt aramış. Sayısız anket, mülakat, sağlık taraması, banka, hastane ve hapishane verisinden çıkan sonuçlara göre mutluluğun sırrı ne parada ne de genetik avantajda. Hayatta mutluluğu belirleyen en önemli faktör insanların başkalarıyla kurduğu sıkı ilişki. Başka insanlarla güvene dayalı derin bağı olan bireyler çok daha mutlu, sağlıklı ve başarılı bir hayat sürüyor. Sıkı sosyal bağ kurmuş olan bireyler, akranlarına göre çok daha uzun ve sağlıklı bir hayat yaşıyor.

 

Psikolojik Sermaye

Psikolojik sermaye insanın kendisi hakkındaki görüşünü, işe karşı tutumunu ve hayata olan genel yaklaşımını oluşturan zihin yapısını ifade eder. Özünde olumlu düşünce (iyimserlik), motivasyon ve psikolojik dayanıklılık vardır. Psikolojik sermayesi güçlü olan insan başaracağına inanır, kendine güvenir ve yoluna çıkan zorluklar karşısında esnek ama dirençlidir. Sadece bu tanımı okuyunca bile insanın önemli bir şeyler başaracağını hissetmesi boşuna değil. Psikolojik sermaye, hayatın içinde zorluklarla baş ederek gelişir. Hayatın ilk yıllarından itibaren, yemeğini kendi yemek, kıyafetlerini giymek gibi sorumluluklar verilen çocuklar avantajlıdır. Daha önce önemini vurguladığımız ergenlik döneminde sağlanan uygun ve destekleyici ortam, zihinsel ve duygusal gelişimin sağlıklı olmasına ve buna bağlı olarak psikolojik sermayesi yüksek bireylerin yetişmesine yol açar.

Yıllarca büyük şirketlere danışmanlık yapmış bir akademisyen olan Psikolog Acar Baltaş, şirketlerin insan kaynaklarını güçlendirmek için psikolojik sermayesi güçlü adayları işe almalarını ve adaylarda şu özelliklerin aranmasını tavsiye eder:

•  Öğrencilik yıllarında çalışmış, bulunduğu noktaya gelmek ve sahip olduklarını elde etmek için mücadele etmiş

•    Eğitimi sırasında birden fazla ciddi staj yapmış, sektörü tanımak için çaba harcamış

•    Kendi imkânlarıyla ülkeyi veya dünyayı tanıma girişiminde bulunmuş

•    Yabancı dilini geliştirmek için çaba harcamış

•    Coursera, Udemy ve benzeri açık kaynaklardan sertifikalar almış

•    Öğrenci kulüplerinde aktif görev yapmış

•    Sivil toplum örgütlerinde hizmet etmiş


Avcı-toplayıcı toplulukların yaşam koşullarını düşündüğümüzde motivasyon ve dayanıklılığın çok hayati bir ihtiyaç olduğunu görebiliriz. Mağarada yaşayan, buzul çağının iklim koşullarıyla mücadele eden, yırtıcı hayvanlardan korunmaya ve ilkel aletlerle, kas gücüyle avlanmaya çalışan insan gruplarından bahsediyoruz. Bundan 100 bin yıl önce yaşayan atalarımızdan fiziksel olarak pek de farklı olmadığımızı göz önünde bulundurduğumuzda bunun ne kadar zor bir hayat tarzı olduğu ortaya çıkar. Bu konuda kesin hüküm verebilecek kadar kaynağımız olmamasına rağmen bazı arkeolojik bulgular oldukça ilgi çekici olabiliyor.

Paleolitik Çağ’a ait en dikkat çekici bulgular mağara duvarlarına yapılmış resim ve işaretlerdir. Ayrıca aynı döneme ait heykelcikler ve üzerlerine kazıma yoluyla işaretler işlenmiş taş, diş, deniz kabuğu gibi objeler de ele geçirilmiştir. Bu gibi keşiflerin en eskileri 80 bin yıl öncesine kadar tarihlenmiştir. Bu durum, sembolik düşüncenin bu tarihlerde gelişmeye başladığını göstermesi açısından önemlidir.



Mağara duvarlarındaki resimleri incelediğimizde, özellikle Fransa ve İspanya’daki mağaralarda, ustaca çizilmiş at, bizon, gergedan, ayı, aslan gibi hayvanlara rastlıyoruz. Bunlarla beraber insanlar, el izleri ve geometrik şekiller de resmedilmiş. Bilim insanları bu tür eserlerin ne anlama geldiklerini çok çeşitli şekillerde yorumlamışlardır. Örneğin, hayvan resimlerinin büyük yer tutuyor olması, avın kutlanması veya kutsanması, gelecekteki avların başarısı veya yırtıcı hayvanlardan korunmak için büyü-totem yapılması gibi yorumlanabilir. Bu yorumu doğru kabul edersek -ki hiç de mantıksız değil-, bu uygulamaların fiziksel olarak çok çetin şartlarda yaşayan Taş Devri insanlarının psikolojik sermayeleri üzerinde büyük etkisi olduğunu düşünebiliriz.

 

Entelektüel ve Fiziksel Sermaye

Entelektüel sermaye literatürde genellikle kurumsal alanda incelenen bir kavramdır. Kurumların rekabet avantajı kazanmak için sahip olduğu yetenekli insan kaynağı ve patentleri ifade eder. Bireysel anlamda baktığımızda ise entelektüel sermaye bilgi ve beceridir. İçinde bulunduğumuz iletişim ve teknoloji çağında bilgi en değerli kaynak olarak öne çıkar. Kaldı ki bilgi tek başına bir anlam ifade etmez. Bilgiyi elde edip, işlemek ve eleştirel düşünce ile yorumlamak hayatta fark yaratan kişisel yeteneklerdir.  Bu sebeple, günümüzde son hızda ilerleyen yapay zekâ araçları başta olmak üzere teknolojinin olanaklarından yararlanmak oldukça önemlidir.

Fiziksel sermayenin bileşenleri ise, işgücü ve paradır. Bu iki kavramın tarife gerek olmayacak şekilde açık olduğunu düşünüyorum. Burada önemli olan, -entelektüel ve fiziksel sermayeyi aynı başlık altında incelememizin de nedeni- bilgi, işgücü ve paranın birbirine dönüştürülebilir olmasıdır. Aslına bakarsanız bu üç kavram birlikte modern ekonomiyi oluşturur. Parayla bilgiyi ve işgücünü satın alabilir, işgücünüzü kullanarak bilgi elde edebilir, bilginiz ve işgücünüz sayesinde para kazanabilirsiniz.

Kişisel olarak hayatta fark yaratacak, entelektüel sermayemizi güçlendirerek başarılı olmamızı sağlayacak becerileri kazanmamız oldukça önemlidir. Beceri kazanmadaki yol ise bilgi ve gayretten geçer. Günümüzde yeni beceriler edinmek için önümüzde birçok seçenek mevcuttur. İlgilenilen konu hakkında kısa bir internet taraması bile karşımıza çeşitli kaynakları çıkaracaktır. Burada şanslı olduğumuz nokta ise, ülkemizdeki vasat çıtasının oldukça aşağıda oluşudur. Biraz merak, biraz gayretle kolayca bu çıtayı aşıp, kalabalıktan sıyrılma şansımız var. Bu fırsatı değerlendirmenin büyük avantaj yaratacağını düşünüyorum.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, türümüzün en fark yaratan özelliklerinden biri kolektif öğrenmedir. Simgesel dilimiz ve sosyal yapımız sayesinde, edindiğimiz bilgiyi depolayıp paylaşabiliyoruz ve bunu nesilden nesle aktarabiliyoruz. Bu yeteneğimiz türümüzün entelektüel sermayesinin sürekli artmasını ve tarihteki yerimizin iyice güçlenmesini sağlıyor. Kolektif öğrenme yeteneği olmayan, en yakın akrabamız şempanzelerden örnek verirsek, bu yeteneğin değeri daha iyi anlaşılabilir. Bir şempanze evrimsel süreçte genlerinde kodlanmış beslenme, hayatta kalma ve üreme gibi temel dürtülere sahiptir. Bir dal parçası kullanarak, ağaç kabuklarından karınca toplamayı ise annesinden öğrenir. Fakat dal parçasını geliştirip, avlanmak için ok ve yay üretemez. Buna karşılık biz, bir kuş tüyünün havada süzülmesinden ilham alarak uçurtma yapar; uçurtmayı daha da geliştirip jet uçakları üretiriz. İşte kolektif öğrenmenin türümüzün başarısı üzerindeki etkisi basitçe bu şekildedir.

Kolektif öğrenme sayesine entelektüel sermayenin nasıl arttığını Paleolitik Çağ’da insanların kullandıkları aletlerden ve yaptıkları kaya resimlerinden izleyebiliyoruz. 3 milyon yıl öncesinde kullanıldığı tespit edilen taş parçaları zamanla geliştirilmiş ve yeni alet teknolojileri ortaya çıkmıştır. Kabaca yontulmuş kaya parçalarından iki tarafı keskin taşlara, mızraklardan el baltalarına kadar çok çeşitli aletler üretilmiştir.



Daha önce değindiğimiz mağara resimlerinde en dikkat çeken motifler hayvan çizimleridir. Bunların adak, büyü, totem gibi uygulamalar nedeniyle yapılıyor olma ihtimalinden bahsetmiştik. Fakat keşfedilen mağara sanatı alanlarında, hayvan resimlerinin sayıca iki katı kadar olan ve araştırmacılar tarafından üzerinde pek durulmamış olan geometrik şekiller de mevcuttur. Hayatını bu geometrik şekilleri araştırmaya adamış olan Paleoantropolog Genevieve Von Petzinger, incelediği ve katalogladığı 350’den fazla alanda, 40 bin ila 10 bin yıl öncesindeki tarih aralığında yapılmış, sıklıkla tekrarlayan 32 adet şekil keşfetmiştir. Petzinger İlk İşaretler adlı kitabında, mağara sanatı ve şekillerin olası anlamları hakkında detaylı bilgilere yer veriyor.



Yeni yayınlanan bir bilimsel makalede, hayvanlarla beraber resmedilmiş nokta ve çizgilerin, bu hayvanların çiftleşme ve doğum dönemlerinin ay takvimine göre kaydetmek için yapılmış olduğu iddia ediliyor.



Mevcut bilgilerimizle bu şekillerin tam olarak ne anlama geldiğini anlayamasak da, ressamları için oldukça önemli olduğunu düşünmek yanlış olmaz. Bu Taş Devri ressamları, mağaraların çok zor ulaşılabilen derinliklerine sürünerek girerek, çoğu zaman bir cılız bir kandil ateşiyle aydınlattıkları duvarlarda günlerce çalışmışlardır. Keşfedilen mağara resimlerinin büyük çoğunluğu bu şekilde yapılmıştır. İster ruhani amaçla ister pratik kaygılarla yapılmış olsun, bu resim ve şekillerin bir çeşit bilgi depolama ve iletme aracı olduğu tahmin edilebilir. Yani türümüzün entelektüel sermayesine katkı yapan ve kolektif olarak öğrenilen bilgiyi içerirler.

 

Sonsöz

İnsan beyninin evrimindeki son aşamayı iyi anlamamız lazım. Bu süreçte kazandığımız bilişsel yetenekler sayesinde adaptasyon özelliğimiz o kadar arttı ki, artık fiilen evrim mekanizmasının dışına çıkmış durumdayız. Türümüz doğal seçilim baskısı altında değil; çünkü gerekli olan adaptasyonu rasgele genetik mutasyonlar sonucu yüzbinlerce yıl içinde değil, bilinçli olarak anında sağlayabiliyoruz.

Evrim süreciyle paralellik gösteren beyin gelişimimizde de bu durum plastisite olarak adlandırılır. İlk çocuklukta ve ergenlikte çok hızlıca gerçekleşen zihinsel ve duygusal değişiklikler, hızını kaybetse de mevcut adaptasyon yeteneğiyle var olmaya devam eder. Yani beynimiz yeni şartlara uyum göstermeye ve sürekli gelişmeye açıktır.

Türümüzün tarihinden edindiğimiz bilgileri, insan büyüme-gelişme süreciyle birlikte değerlendirip, bunları kendi modern dünyamıza uyarladığımızda, yukarıda bahsettiğimiz 4 sermayenin başarılı olmada kritik rol oynar. Bu sermayelerin edinilmesi için gerekli olan yeteneklerin kazanılmasında en verimli dönemin büyüme-gelişme dönemi olduğunu görüyoruz. Bununla birlikte beynimizin plastisite özelliğinin yeni durum ve ortamlara adaptasyona izin verdiğini de unutmayalım.

Bahsettiğimiz 4 sermayenin önem sırasına göre yazıldığını fark etmişsinizdir. Basitçe özetlemek gerekirse, öncelikle uygun bir çevreye ihtiyacımız var; unutmayalım ki ne kadar yetenekli olursak olalım tek başımıza hiçbir iş başaramayız. Psikolojimiz sağlam olmalı; ilk zorlukta pes ediyorsak bilgimiz de işgücümüz de bir işe yaramaz. En son olarak da, sürekli araştırarak doğru bilgiye erişmeli ve çok çalışmalıyız.


Murat İstektepe
Aralık 2023