Joker
13. yüzyılda Çin'de kağıt paranın da kullanılmaya başladığı dönemde iskambil kartları ortaya çıkar. Çeşitli boya malzemeleriyle, zamanın sanatçıları tarafından el yazması olarak üretilen bu kartlar çok değerlidir ve tabi ki hükümdar ve soyluların kullanımıyla sınırlıdır. Zaman içinde ticaret yollarıyla Avrupa'ya ulaşan bu kartlar matbaanın yaygınlaşmasıyla çeşitli varyasyonlarda üretilmeye başlayarak günümüzde de kullanılanlar gibi bir çok şekle dönüşür.
Daha önce Fransa'da oynanan Juckerspiel adlı oyundan türediği düşünülen, 19. yüzyıl başlarında Amerika'da popüler olan Euchre adlı kart oyununda, destedeki kartlardan farklı bir işleve sahip güçlü bir kart bulunur. Bu kart zamanla Joker adını (Juckerspiel'den kaynaklandığı düşünülmekte) alır ve nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte sembolü soytarı olur.
İskambil destesindeki jokerlerin farklı oyunlarda farklı rolleri olmakla birlikte genellikle "her kartın yerine geçen kart" olarak kullanılır; bazı oyunlarda da desteden çıkarılıp kullanılmaz.
Hemen her türlü destede Joker'i bir soytarı olarak görürüz ve bunu açıklamak için soytarı kavramını incelememiz gerekir.
Tarihte, dünyanın çeşitli yerlerindeki hükümdarların yanında, onları güldüren, eğlendiren ve en önemli görevi onlara doğruyu söylemek olan saray soytarıları olurdu. Bunlar hükümdara dalkavukluk etmeyen, bilge kişiler arasından seçilirdi. Hükümdara doğruları anlatırken de bunu hiciv yoluyla yaparlardı. Soytarıların ne kadar bilge ve yetenekli oldukları konusunda tarihte çeşitli anekdotlar var. Shakespeare ve Thomas Moore'un eserlerinde de bu tarzdaki soytarıları görüyoruz. Özetle, gerçek anlamındaki soytarı, eğlence maskesi altındaki bilge ve cesur danışmanı ifade ediyor. İngilizce'de Jester diye adlandırılan, hükümdarı hem eğlendiren hem de kendine has yöntemlerle danışmanlığını yapan, hükümdarın çok güvendiği vazgeçilmez yardımcısı olan saray soytarısının bu yönlerden iskambil jokeriyle bağdaştırılması akla yatkın.
1940 yılında DC Comics'in Batman çizgi roman serisinde yeni bir kötü karakter ortaya çıkar. Yeşil saçları, mor kıyafeti ve yüzünde soytarı makyajı olan bu karakterin adı tahmin edeceğiniz gibi Joker'dir. Joker çok zeki bir suç makinesidir ve Batman'in en büyük düşmanı haline gelir.
Çizgi roman kültürüm pek olmadığından, bu Joker karakteri hakkında sadece internetten okuduğum kadar bilgim var. Fakat iyi bir sinema seyircisi olarak, daha sonra çekilen Batman filmlerindeki Joker karakterleri oldukça ilgimi çekiyor. Belirtmeliyim ki yazının buradan sonrası Joker'li filmler hakkında bilgi veriyor. (spoiler alert)
Sinemadaki ilk Joker 1989'da Tim Burton'ın çevirdiği Batman filminde, Jack Nicholson tarafından canlandırılıyor. The Shining filminde meşhur olan şeytani gülümsemesi soytarı makyajıyla birlikte bu filmdeki rolüne de cuk oturuyor.Senaryo, diyaloglar ve Ledger'ın karakteri tam anlamıyla mükemmel bir şekilde yansıtması sonucu, izleyiciler rahatsız edici bir şekilde bu saf kötü karaktere sempati beslemeye başladılar. Öyle ki, filmde Joker Batman'ın önüne geçti; film hakkında yapılan ilk yorumlar mutlaka Joker ile ilgiliydi. Ledger da performansıyla Oscar ödülü (en iyi yardımcı erkek oyuncu) aldı.
Joker sempatisi yapımcıların dikkatini çekmiş olmalı ki, bu sefer Batman'in olmadığı, sadece Joker'i konu alan bir film meydana çıktı. Başrolünü Joaquin Phoneix'in oynadığı 2019 yapımı film Joker karakteri açısından çıtayı bir hayli yükseğe çekti. Phoneix de muhteşem oyunculuğu sayesinde en iyi erkek oyuncu Oscar'ını kazandı.
Ledger ve Phoenix'in canlandırdıkları karakterler insanların çok ilgisini çekti. Bu Joker'lerin psikolojik analizleri internet sitelerinde yayınlanmaya ve forumlarda tartışılmaya başlandı; Jung, Adler ve Freud'un öğretileri çerçevesinde incelendi. Bu yoğun ilgi, söz konusu filmlerin insanlara dokunmadaki başarısını göstermekle birlikte, karakterin özelinde bir durumun söz konusu olduğunu düşündürüyor.
İlk olarak Ledger'ın Joker'ini ele alalım. Filmin başından itibaren dış görünüşüyle de karakteri destekleyen acımasız, sadist bir ruh hastasıyla karşılaşıyoruz. Tek motivasyonu kaos yaratmak olan bir suç makinesi... Bence karakterin anahtar özelliği, Joker'in tüm insanlığın aslında ahlâki olarak bozuk olduğuna ve sadece kuralların ve kanunların dayattığı normlara uyma zorunluluğu nedeniyle toplumsal düzenin korunduğuna inanması. Felsefesi toplumsal düzenin yıkılmasıyla, insanların gerçek yüzlerinin ortaya çıkmasını hedefliyor. İçinde yaşadığımız toplum göz önünde bulundurulduğunda, Joker'in bu düşüncesi gerçekten de mantıksal olarak reddedilemez, sadece felsefi olarak tartışılabilir.
Gelelim Phoenix'in Joker'ine. Bu film, bir dönüşüm hikayesi; mental hastalıklardan muzdarip bir kişinin başına gelen olaylardan sonra bir suçluya evrilmesini anlatıyor. Phoenix'in canlandırdığı Arthur Fleck bir parti palyaçosudur ve kendi tanımıyla işi "Bu soğuk ve karanlık dünyada insanları güldürmek"tir. Amacı, bir gün çok ünlü bir komedyen olmaktır ve Arthur annesine göre çok mutlu bir çocuktur. Mental rahatsızlıkları olan bir anne tarafından büyütülen, çocukluğunda ve şimdiki yaşantısında istismar edilen ve birçok antipsikotik ilaç kullanan Arthur, bir takım olaylar neticesinde cinayetler işler ve "ünlü olmak" hedefine çok farklı bir yoldan ulaşır.
Filmde bu senaryo o kadar güzel işlenir ki, Arthur'un dönüşümü izleyiciyi adım adım kendisine çeken bir gerilim ve dram haline gelir. Bu hikayedeki asıl can alıcı ve rahatsız edici durum, Joker'in 80 yıllık mazisindeki gerçek dışı, çılgın ve komik görünüşlü suçlunun yerini, uygun şartların yerine gelmesiyle bir canavara dönüşen sıradan birinin almasıdır.
Joker karakteri ortaya çıktıktan sonra, yıllar içerisinde hep daha korkunç, cani ve acımasız olarak karşımıza çıkmış. Ve en sonunda da içimizden biri haline gelerek en ürkütücü yüzünü göstermiştir.
Tabi ki Arthur ciddi mental hastalığı olan bir kişi ve sıradan birinin kendini onunla özdeşleştirmesi beklenemez fakat unutmayın ki bazı psikolojik sorunlar ve ciddi psikiyatrik hastalıklar arasındaki çizgi bazen bulanıklaşabilir. Belki de filmin başarısı da tam da bu çizgiyi hedeflemesinden geliyordur.
Arthur karakterini, Jung'un öğretisi üzerinden değerlendirmek de oldukça zihin açıcı. Jung'un ifade ettiği üzere, her insanın bir "Gölge"si vardır ve gölge insanın karanlık tarafını ifade eder. Jung'a göre insan, eğilimler ve dürtüleri içeren bu karanlık tarafının farkında olmalıdır ve onu kontrol altında tutmalıdır. Gölge ne kadar bastırılırsa o kadar güçlenir ve etkileri yıkıcı olur. Kendi tabiriyle, "Karanlığı reddederek ışık olmaya çalışmayın. Bunun yerine yargılamadan, karanlık ve ışığın arasında durun ve tamamen insan olmanın ne olduğunu deneyimleyin." der, Jung.
Arthur da yıllarca mutlu bir insan olduğunu düşünmüş, çocukluk travmalarını göz ardı etmiş, yetersiz bir psikiyatrik yardım almış. Yani hayatı kendi gölgesini inkâr ve bastırma ile geçmiş. Sonuçlar ise dramatik... Jung gölge kavramını yalnızca mental sorunları olanlar için değil, bütün insanlar için geliştirmiş. Gerçekten de kendi adımıza üzerine düşünmeye değer bir yaklaşım.
Bu yazıda iskambil kartlarından saray soytarılarına, film karakterlerinden insan psikolojisine uzanan bir yolculuk yaptık; yüzlerce yıldır hayatımızda olan bir sembolün izini sürdük. Sonuç olarak, sanırım artık bu yazıyı okuyan herkesin aklına Joker'i tanımlamak için birkaç kelime gelmiştir.
Joker nedir?
Joker, hepsinin yerine geçebildiği için diğer kartlar tarafından kıskanılan ve bazı oyunlarda hasetle desteden çıkarılan karttır.
Joker, her işi yapabilen ama hiç takdir edilmeyen elemandır.
Joker, ucunda yağlı urgan olsa da kralın yüzüne gerçekleri söyleyen cesur ve bilge soytarıdır.
Joker, ne kadar şeytani olursa olsun seyircinin bilinç altına hitap ederek sempatisini kazanan karakterdir.
Joker, gölgenin insan benliğini ele geçirmiş halidir.
Joker, yüzü örten maske, kötüyü saklayan iyi, yalanın ardındaki gerçektir.
Murat İstektepe
Temmuz 2021