Ay'a Dönüş

Bütün dünya televizyon ve radyoların başında, merakla ve heyecanla neler olup bittiğini öğrenmeye çalışıyordu. İnsanlığın en büyük bilimsel başarılarından ve meydan okumalarından biri gerçekleşmek üzereydi. İlk motorlu uçağın uçuşundan sadece 66 yıl sonra, 20 Temmuz 1969’da Neil Armstrong, Apollo-11’in Ay modülü Eagle’ın merdivenlerinden yavaşça indi ve insanlık tarihinin en meşhur cümlelerinden biri haline gelecek sözlerini kaydetti: “Bir kişi için küçük bir adım, tüm insanlık için devasa bir sıçrayış.”

Edwin E. Aldrin  (Apollo-11). Fotoğrafı çeken ve siperde yansıması görünen ise Neil Armstrong. NASA
Bu hayallerin ötesindeki başarı, iki küresel güç arasındaki uzay yarışının sonu anlamına geliyordu. Uzaydaki birçok ilke imza atmış Sovyetler yarışta havlu attı. Takip eden diğer Apollo görevlerinde toplam 12 insan Ay’da yürüdü. 1972’de son insanlı Ay görevi olan Apollo-17’den sonra, başka kimse bir daha  Ay’a ayak basmadı. Apollo Projesi 1975’te sona erdi.

Apollo 17. NASA

Bu tarihten sonra uzay keşifleri ülkelerin prestij kaynağı olmaktan çok bilimsel araştırma odaklı olarak gerçekleştirildi. Uzay araştırmaları artık bir yarış değil, işbirliği alanıydı. Uzayda yaşam ve yer çekimsiz ortamın etkileri üzerine sayısız deney yapılan, yörüngedeki devasa laboratuvar Uluslararası Uzay İstasyonu(ISS)’nda birçok ülkeden astronot görev yapıyor. Bu gibi uzay araştırmalarından elde edilen bilimsel veriler sadece devletler arasında değil bütün insanlıkla paylaşılmakta. Bu gelişmeler belki Ay’a insan indirme kadar kamuoyunda heyecan uyandırmıyordu ama yapılan keşifler uzay bilimlerini çok ilerilere taşıdı. İnsanoğlu uzaya dair pek çok şey öğrendi: Güneş sistemine uzay sondaları gönderip gezegenler ve uyduları hakkında çok kapsamlı bilgiler edindik; teleskoplarla başka yıldızları görüntüledik; yörüngeye gönderdiğimiz uydular sayesinde iletişim ve gözlem kabiliyetlerimiz çok gelişti; ISS’de, uzayda uzun süre yaşamayı tecrübe ettik.

Uluslararası Uzay İstasyonu

Ay’a artık insan göndermesek de, Ay keşifleri devam ediyor. ABD haricinde, Avrupa Uzay Ajansı (ESA), Rusya, Japonya, Çin, Hindistan, İsrail gibi ajans ve ülkeler Ay’ın yörüngesine ve yüzeyine keşif ve gözlem için araçlar gönderdi. Artık Ay hakkında çok detaylı bilgilere sahibiz ve ikinci uzay çağında bu bilgiler çok önem taşıyor.

İkinci Uzay Çağı


2010’lu yılların sonlarında özel şirketlerin, yoğun olarak uydu iletişim teknolojisi ve uzay turizmi alanındaki projelerini açıklamalarıyla ikinci uzay çağının başladığını söyleyebiliriz. Dahi çocuk Elon Musk’ın şirketi SpaceX, roketleriyle yörüngeye ticari uydu ve ISS’ye kargo taşımacılığı yapıyor. Starlink projesi kapsamında ise yörüngeye göndermeyi planladığı 42.000 uydu aracılığıyla geniş bant internet hizmeti sunmayı planlıyor. Ayrıca uzay turizmi kapsamında, ticari uçuşlarını Ay yörüngesinde yapma niyeti var. Musk’ın rüyalarını süsleyen asıl hedefi ise Mars’a insan göndermek ve hatta orada bir koloni kurmak. Amazon’un da kurucusu olan Jeff Bezos’un şirketi Blue Origin turistik uzay uçuşlarının yanı sıra iletişim ve internet uyduları alanlarında faaliyet gösteriyor. İngiliz girişimci Charles Branson’ın Virgin Galactic şirketi ise turistik uzay uçuşları alanına yoğunlaşmış durumda. Amerikan Boeing ve Lockheed Martin şirketleri iletişim uyduları, ticari uzay uçuşları ve ISS’ye lojistik destek uçuşları konularında çalışıyor. Bu şirketler gibi daha birçok büyüklü küçüklü özel şirket de uzay alanında faaliyet gösteriyor.

Dragon uzay aracı ISS'ye kenetlenirken - SpaceX

2017'de ABD başkanı Trump, insanlığın Ay'a dönüşü için ABD tarafından yönetilen, özel sektör ortaklarıyla entegre bir program ve ardından Mars ve ötesine görevler öngören bir direktifi imzaladı. Bu yeni politika, NASA’dan Güneş Sistemi  boyunca insanlığın genişlemesini sağlamak ve Dünya'ya yeni bilgi ve fırsatları geri getirmek için ticari ve uluslararası ortaklarla yenilikçi ve sürdürülebilir bir keşif programına öncülük etmesini istiyor. Amaç; hükûmeti, özel sektörü ve insanları Ay'a geri döndürme ve Mars'ta nihai olarak insan keşfinin temellerini atma yolundaki uluslararası çabaları daha etkin bir şekilde organize etmek. Bu gelişmelerin sonunda 2019 yılında, daha önceki Ay programı olan Yunan mitolojisindeki Apollo’nun kız kardeşi Artemis’in adı verilen yeni Ay programı açıklandı. Programın adında 2024’te Ay’da yürümesi planlanan ilk kadına da atıfta bulunuluyor. NASA’nın misyon açıklaması aynen şu şekilde: “Artemis programıyla, NASA yenilikçi teknolojiler kullanarak Ay yüzeyini daha önce hiç olmadığı gibi incelemek için, 2024 yılına kadar Ay’a ilk kadını ve bir sonraki erkeği indirecek. Ticari ve uluslararası ortaklarımızla işbirliği içinde, 2028’e kadar sürdürülebilir keşifler yapacağız. Sonra, Ay’ın üzerinde ve etrafında öğrendiklerimizi kullanarak bir sonraki devasa sıçramayı yapacağız: Astronotları Mars’a göndermek.”

NASA

NASA yeni görev için daha önce hiç kullanılmamış araç ve teknolojiler geliştiriyor. Fırlatma için bugüne kadar yapılacak olan en büyük roket olan SLS(Space Launch System) inşa aşamasında. İnsanlı uzay kapsülü Orion ve Ay yörüngesine yerleştirilecek olan uzay üssü Gateway de bilim insanları tarafından geliştiriliyor. Ay’a iniş içinse daha önce denenmemiş bir yol haritası var. İniş modüllerinin geliştirilmesi için üç şirket (SpaceX, Dynetics, Blue Origin) ile anlaşıldı ve bu şirketler NASA tarafından fonlanıyor. Ay macerasına özel sektör de katılmış oldu. Bu projede gerek NASA gerek diğer şirketlerin önemle üzerinde durduğu bir konu da sürdürülebilirlik. Yeniden kullanılabilen fırlatma roketleri, uzay kapsülleri ve Ay modülleri geliştirerek, daha önceki uzay programlarında katlanılmak zorunda kalınan astronomik maliyetleri düşürmeye çalışıyorlar. Bu konuda da oldukça yenilikçi teknolojileri hayata geçirmeyi başardılar.

Çin Ulusal Uzay Yönetimi (CNSA)’nin 2007’de başlatılan Chang’e Ay keşif programı kapsamında, içinde Ay yüzeyinde görev yapan bir keşif robotunun da dahil olduğu bazı görevler gerçekleştirildi. Ay modülü Chang’e-4 ve keşif robotu Yutu-2, 2020 Ocak ayında, Ay’ın uzak yüzünde araştırmalara başladı. CNSA 2027’ye kadar Ay’ın güney kutbunda robotik araştırma istasyonu kurmayı planlıyor. Bu istasyonda Ay’ın yüzey araştırmaları yanında, insanlı bir Ay üssünün kurulması için testler de yapılacak. Ayrıca, 2003’te ABD ve Rusya’dan sonra uzaya insan gönderen 3. ülke olan Çin, 2022 yılına kadar Dünya yörüngesinde bir uzay istasyonu inşa etmeyi planlıyor.

Chang'e-4 CNSA

Rusya uzay ajansı Roscosmos, 1976’da rafa kaldırdığı Luna programını 2021’de tekrar gün ışığına çıkarmaya hazırlanıyor. İlk hedefler 2025’e kadar Ay yüzeyi haritalaması ve Ay tozu üzerinde çalışmalar yapmak. Daha sonra ise, Ay’ın yüzeyine keşif robotu indirmek ve Ay’dan alınan örnekleri Dünya’ya getirmek. 2030’daki hedef ise kozmonotları Ay’a göndermek. Rusya ve Çin yakın zaman önce Ay programlarında, bilgi paylaşımı ve keşif operasyonlarında işbirliği yapacaklarını duyurdu. Aynı zamanda Rusya, Ay’ın güney kutbuna inmesi planlanan Luna-27 görevinde Avrupa Uzay Ajansı (ESA) ile ortaklık yapıyor.

Hindistan, 2008’deki Chandarayaan-1 görevinde Ay yörüngesinde araştırma yaptı ve Ay’a bir çarpışma sondası gönderdi. 2019 Eylül’de, Ay yüzeyine yumuşak iniş yapan 4. ülke olmak hedefiyle yürütülen Chandarayaan-2 programında, inişe kısa bir süre kala iniş modülüyle bağlantı kesildi ve görev başarısız oldu.

“Ay’a geri dönüyoruz: Bu sefer kalmak için.” Blue Origin şirketinin Ay görevi sloganı.

NASA’nın planı Artemis uçuşlarına 2021’de başlamak ve 2024’te de insanlı uzay kapsülünü Ay yüzeyine indirmek. Bundan sonrası için de planları var. Nisan 2020’de açıklanan “Sürekli Ay Keşif ve Geliştirme” raporunda, Ay’a kurulacak “Artemis Ana Kampı”ndan söz ediliyor. Bu kampın muhtemelen Ay’ın güney kutbunda konumlanacağı ve sürekli olarak dört astronotu barındıracağı ifade ediliyor. ESA’nın da “Ay Köyü” isimli benzer bir projesi var. Bu projelerin ana hedefi Ay’da ve öncelikle Mars olmak üzere başka gezegenlerde sürdürülebilir yaşam şartlarını sağlamak ve geliştirmek amacıyla çalışmalar yapmak. Ay yörüngesine yerleştirilmesi planlanan aktarma istasyonu Gateway’in de ileride geliştirilerek, 2024’te emekliye ayrılacak olan ISS’nin yerini alabileceği düşünülüyor.

ESA Lunar Village

Ay’da kalıcı bir yerleşim kurulması için başa çıkılması gereken birçok zorluk mevcut. Devletler sürekli ilerleyen bilim ve teknolojiyi sayesinde, adım adım ilerleyerek, her uzay görevinden öğrendiklerini bir sonraki aşamayı gerçekleştirmek için kullanıyor. Her aşamada yeni engeller ve yeni çözümler ortaya çıkıyor. Güneş ışınlarından kaynaklanan yüksek radyasyon, meteorit yağmurları, düşük yer çekimi ve aşırı sıcaklık farkları bu zorluklardan başlıcaları.

Neden, neden, neden?


Güneş sisteminin dışına keşif araçları göndersek de, Mars’ın üzerinde robot yürütsek de, devasa teleskoplarla başka galaksileri incelesek de, hiçbiri insanoğlunun uzay keşfi macerasında Apollo-11’in Ay’a ilk insanı indirmesi kadar heyecan verici olmamıştır. Çünkü insanın gitmesi, kendi gözleriyle görmesi ve dokunmasıdır bunu bu kadar öne çıkaran. Bu arzu insan ruhunun bir parçasıdır ve toplum tarafından coşkuyla karşılanır. Keşiflerin romantik çağı olan 20. yüzyılda, insanoğlunun Ay’a çıkması gibi, Güney kutbu, Everest ve Mariana Çukuru gibi el değmemiş yerlere bizzat gitmesi de bu arzunun sonucudur. Devletler ve şirketler tarafından sıklıkla ifade edilen Mars’a insan gönderme planı da, aynı bağlamda bütün dünya tarafından heyecanla karşılanıyor ve uzay projelerine olan kamuoyu ilgisini canlı tutuyor.

İkinci uzay çağında ise durum farklı. Soğuk Savaş dönemindeki ulusal güvenlik ve prestij endişeleri yerini bilimsel keşifler için işbirliğine bırakmıştı. Şimdi ise devletlerin gündemi, uzayda var olmanın getireceği teknolojik üstünlük ve ticari çıkarlar. Bu çerçevede, devletlerin uzay programlarına ayırdığı bütçeler de son yıllarda giderek artmakta. Örneğin NASA’nın 22,6 milyar dolar olan 2020 bütçesinin, %12 artışla 2021’de 25,2 milyar dolara çıkarılması teklif edildi. Bu bütçenin yarısının Ay ve Mars görevleri için harcanacağı ve bu görevlerin önümüzdeki 5 sene içinde 71 milyar dolara mal olacağı belirtiliyor. 2017’de dünyada uzay programları için harcanan kamu kaynakları toplamda 80 milyar dolarken, ticari uzay endüstrisinin yüzde 80’ini oluşturan özel sektörün elde ettiği gelir 307 milyar doları buldu. 2040’ta ise 1 trilyon doları aşması öngörülüyor.

Uzay Ajanslarının Bütçeleri

Uzay ajanslarının güncel bütçelerini içeren yukarıdaki tabloda görüldüğü gibi NASA açık ara önde; ABD savunma bakanlığının da uzay programları için kullandığı yaklaşık 20 milyar dolarlık bütçesini de eklediğimizde fark çok büyük boyutlara ulaşıyor. Bununla birlikte, Çin’in kaynaklarını daha verimli bir şekilde kullanabildiği genel olarak kabul ediliyor.

Ay’da Ne Var?


Artemis programının nihai hedefinin Mars ve ötesine insanlı görevler olduğunun sıklıkla ifade edildiğini ve bunun toplumun uzay programlarına olan ilgisini canlandırdığından bahsetmiştim. NASA 2012’de keşif aracı Curiosity’yi Mars yüzeyine indirdi ve bu 900 kiloluk yürüyen laboratuvar, şu sıralar çok yıpranmış olsa da bize Mars yüzeyi hakkında bilgi göndermeye devam ediyor. 2018’de indirilen InSight aracı ise sabit bir sondaj platformu; Mars’ın yer altını araştırıyor. Onların yanına insan göndermeye henüz çok vakit varken, gözlerimiz başka hedefler üzerine odaklanıyor: Ay’da bizi nelerin beklediğine bir bakalım.


Curiosity - NASA

Ay görevi gerçekleştirme kapasitesine sahip uzay ajanslarının ve birçok özel şirketin, Ay’ın kaynaklarının belirlenmesi ve kullanılmasıyla ilgili keşif ve madencilik programları mevcut. Yörünge araçları, çarpışma sondaları ve robotik yüzey araçları bu kaynakların bulunması ve değerlerinin anlaşılması için çalışmalar yapıyor.

Uzaydaki meteor, uydu veya gezegen gibi bir gök cismi araştırılırken, ilk arananların başında su gelir. Eğer keşfi yapılırsa, tüm keşiflerin anası olacak olan dünya dışı yaşamın oluşması için gerekli olan ilk bileşenin su olduğu bilinir. Birçok Ay keşif programında olduğu gibi, Hindistan'ın Chandarayaan-1 uzay aracı da, 2008’de Ay’da suyun varlığına dair kanıt aradı ve taşıdığı NASA’ya ait olan bir cihaz sayesinde Ay’ın kutup bölgelerinde yüzeyin altında donmuş halde su olduğuna dair sağlam bilgiler elde etti.

Ay'ın güney(solda) ve kuzey(sağda) kutbunda, yer altında tespit edilen buz alanları mavi noktalarla işaretlenmiş. NASA

Ay’da suyun varlığı iki bakımdan önemliydi: Birincisi, Ay’da kurulması planlanan yerleşimi destekleyecek en kritik madde su. İkincisi ise, suyun Ay yerleşiminden daha da uzun vadeli planlarda olan rolü: Sudan, güneş enerjisi kullanılarak, hidroliz yoluyla hidrojen elde edilmesi ve bunun Mars ve ötesine yapılacak yolculuklar için yakıt olarak kullanılması.

Apollo görevlerinde, Dünya’ya toplam 382 kg ağırlığında, çeşitli büyüklüklerde Ay taşı ve regolit adı verilen Ay tozu içeren materyal getirildi. Bu örnekler üzerinde çalışmalar yapan Wisconsin Üniversitesi bilim insanları, 1986 yılında çok heyecan verici bir bulgu açıkladılar. Yayınladıkları makalede; regolitin içinde güneş rüzgârları sayesinde oluşan ve nükleer füzyon reaktörlerinde yakıt olarak kullanılırsa Dünya’nın yüzlerce yıllık enerji ihtiyacını karşılayabilecek olan Helyum-3 izotopunun bulunduğunu öne sürdüler. Bazı kaynaklarda bu iddianın spekülasyondan ibaret olduğu yazılmasına rağmen otuz yılı aşkın bir zamandır konu üzerinde bilimsel çalışmalar devam etmekte. Bildiğimiz kadarıyla günümüz teknolojisiyle, gerekli miktardaki regoliti Dünya’ya taşıma, işleme ve böyle bir enerjiyi etkin ve güvenli bir şekilde üretme kabiliyetimiz yok. Yine de Helyum-3, uzay ajansları ve özel şirketlerin araştırma hedeflerinde yer almaya devam ediyor. Günümüz şartlarında, Helyum-3’ün Ay’da planlanan yerleşim ve hatta uzay araçlarında yakıt olarak kullanımı için gerekli teknolojileri geliştirmeye odaklanmak daha akla yatkın olabilir. Ayrıca regolitin 3 boyutlu yazıcılar yardımıyla, inşa edilecek Ay üslerinde yapı malzemesi olarak kullanımıyla ilgili çalışmalar mevcut. 



Ay’da varlığı bilinen demir, titanyum, alüminyum, silikon, kalsiyum, magnezyum ve nadir elementlerin (17 yüksek iletken metal) çıkartılması ve ne şekilde değerlendirilebileceğiyle ilgili birçok çalışma yapılıyor. Bu maddelerin Ay’da mı kullanılması yoksa Dünya’ya mı getirilmesi konusunda çeşitli fikirler mevcut. Örneğin; ileri teknolojik cihazların üretiminde kullanılan nadir elementlerin Dünya'daki kaynağı %95 oranında Çin. Bu sebeptendir ki NASA, Ay’dan nadir element getirmekle ciddi şekilde ilgilendiklerini açıkladı. Tabi ki, demir, alüminyum gibi madenleri Dünya’ya getirmek ekonomik olmayacaktır.

Ay Kimin?


Zaman ilerledikçe, teknolojinin gelişip yaygınlaşmasıyla erişilebilirliği artan Ay, yörüngemizdeki bir uydudan çok Dünya’nın sekizinci kıtası olarak anılmaya başlandı. Bu kıtadaki kaynakların kimin hakkı olduğu ve nasıl paylaşılacağı günümüzde çok tartışılır hale geldi.

1957’de Sovyetlerin Sputnik’i fırlatmasından bir sene sonra, uzaydaki faaliyetlerin çığırından çıkabileceği endişesiyle, Birleşmiş Milletler “Dış Uzayın Barışçıl Kullanımı Komitesi”ni kurdu. Bu komite uzay alanındaki faaliyetlerin düzenlenmesiyle ilgili yapılacak olan anlaşmaların yürütülmesinden sorumlu. Bu alanda yapılan en kapsamlı ve bugün itibarıyla 104 üyenin taraf olduğu “Dış Uzay Sözleşmesi”(1967)’nin başlıca maddeleri kısaca şöyle:
  • Dış uzayın keşfi ve kullanımı bütün insanlığın yararına olacak şekilde yürütülür.
  • Uzay tüm devletlerin keşfine açıktır; hiçbir devlet egemenlik hakkı talep edemez.
  • Uzayda silahlar yasaktır.
Günümüzde uzay programı olan devletlerin hukukçuları ve siyasetçileri, bu ve benzeri sözleşmelerin kapsayıcı olmadığı ve birçok açık kapı bıraktığı konusunda hemfikir. Nitekim, Nisan 2020’de ABD başkanı Trump, NASA’nın ve özel şirketlerin Ay ve diğer dünya dışı gök cisimlerindeki kaynakları elde etmeleri ve ticari olarak kullanabilmelerinin önünü açan bir yürütme emri imzaladı. Ardından Mayıs 2020’de NASA, diğer devlet ve özel şirketlerle işbirliğinin ikili antlaşmalarla sağlanabileceğini ifade eden “Artemis Mutabakatı”nı yayınladı. Bu gelişmeler özellikle Rusya ve Çin tarafından tepkiyle karşılandı. Özetle; sanırım artık uzayda geçen tek kural: “Para bulanındır.


Yıldız Savaşları


Madem uluslararası antlaşmalar uzay kaynaklarının kullanılması konusunda bağlayıcılıktan uzak, öyleyse devletler hak iddia ettikleri kaynakları korumak konusunda kendileri harekete geçmek durumunda. Örneğin; bir Amerikan şirketi Ay’daki bir kraterde madencilik yapıyor. Derken bir bakıyorlar ki, Çin’in bir robotu yanı başlarında beliriyor ve kazmaya başlıyor. O krater kimin hakkı? Ve hakları korumak için nasıl önlemler alınmalı?

1983’te ABD, Soğuk Savaş dönemindeki rakibi SSCB’nin balistik füzelerini henüz kendi sınırlarına ulaşamadan yok edebilecek, uzaya yerleştirilen lazer silahlarının planlandığı bir program açıkladı. Kamuoyunda “Yıldız Savaşları” olarak bilinen bu bilimkurgu proje hiçbir zaman gerçekleşmese de oldukça heyecan ve korku uyandırmıştı. Günümüzde ise, ülkeler kendi askeri uydularını korumak için silah sistemleri geliştiriyor. ABD(1985), Rusya(1985), Çin(2007) ve Hindistan(2019) yörüngedeki uyduları hedef alan başarılı füze testleri gerçekleştiren ülkeler. Buradaki amaç; bir savaş durumda, düşman ülkenin istihbarat, iletişim, navigasyon ve füze uyarı sistemlerini barındıran askeri uydularını etkisiz hale getirebilmek. Japonya da 2020’de aynı amacı taşıyan “Uzay Operasyonları Filosu”nu kurdu. Bu alandaki asıl önemli atılımı ABD yaptı ve daha önce hava kuvvetlerine bağlı olan uzay birimini yeni bir kuvvet haline getirerek, 2019’da “Birleşik Devletler Uzay Gücü”nü oluşturdu. Henüz uzayda silahlarını görmesek de, 16 bin personel ve 15 milyar dolarlık bütçesi ile ne kadar iddialı oldukları açık.

Görünen o ki; Ay ve diğer gök cisimlerindeki kaynakların yarattığı ekonomi, Çin-ABD arasındaki "ticaret savaşları"nda olduğu gibi, devletler arasında yeni çekişmelere sahne olacak. İhtilafların çözülmesinde ne gibi eylemlerde bulunulacağını zaman gösterecek.

The Dark Side of the Moon


SSCB tarafından 4 Ekim 1957'de yörüngeye oturtulan Sputnik-1 uydusuyla başlayan uzay yarışı daha da hızlanarak devam ediyor. İnsanoğlunun elinin uzanabileceği her şey hakkındaki hayalleri ve hırslarından sevgili uydumuz Ay da nasibini alıyor. Hedefimizde artık sadece Dünya kaynakları değil, Güneş Sistemi'ndeki kaynaklar da var. 

Pink Floyd'un 1973 tarihli efsane albümünün adı "The Dark Side of the Moon", yani ayın karanlık yüzüdür. Popüler kültürde de Ay'ın göremediğimiz yüzü bu şekilde adlandırılır ve gizemli doğası gereği birçok efsaneye konu olmuştur. Aslında, yörüngemizde ve kendi etrafında senkronize bir şekilde döndüğü için bize göstermediği yüzüne, astronomlar Ay'ın uzak yüzü (far side) adını verirler. Ay'ın her bölgesi aynı oranda güneş ışığı aldığından karanlık yüz diye bir durum da yoktur doğal olarak. 

Karanlık yüz, gök cisimlerinin değil insanoğlunun bir özelliğidir.


Murat İstektepe
Mayıs 2020